21 Şubat 2012 Salı

balon ve iğne

mutluyum. mutlusun. mutluyuz.


ülkecek 3. sıradaymışız ya hani mutluluk sıralamasında. hani günlerdir tartışıyoruz ya... kimi diyor, "mutluyuz tabi, mutlu olmayacak ne var?"    karşı çıkanlar oluyor "ne yok?" 


sonra dönüyoruz kendimize. bakıyoruz öylece. soruyoruz içimize. mutlu muyum? 


hıh işte bu soru beni illet ediyor. diken diken ediyor. ya da allak bullak... işte o tarz bişi oluyorum... önce mutluyum tabi diyorum. daha "-um" demeden acaba baloncuğu çıkıyor yanımda. elimle savuruyorum derken. hoop. balon beni içine almasın mı?


bak sen allahın işine işte...


balonun içinde de mutluyum! mutsuzum! kıvranacak halim yok ya. başlıyorum zıplamaya. zıplaya zıplaya atlıyorum balkondan. baloncuk beni koruyor. yere düşen top misali hızım yavaşlaya yavaşlaya gidiyorum balonun götürdüğü yere. tabi böyle deyince, tutsak gibi oldu ama. cıkk. bende yön veriyorum arada balona. ortak bi yerde buluşuyoruz işte.


etrafımda insanlar kaçışıyor. korkuyor. çığlıklar atıyor. dalga geçiyor. ama çocuklar öyle değil. gülüyor da gülüyorlar. kimisi gülmeyi bırakıp beni itiyor. ben de gülüyorum tabi. e komik. ama "dur diyorum çocuğum beynim dönüyor." yok! dinler mi çocuk? sevdi bi kere. eğlendi. derken üç beş çocuk daha ekleniyor peşimize. öyle bi itiyorlar ki kendimi tekerlek içinde koşan hamster gibi hissediyorum. karnımız ağrıyor gülmekten. neyse ki çocuklar hem güleyim hem koşayım derken yoruluyorlar hemen. bırakıyorlar ittirmeyi. ama öyle bi kaptırmışım ki ben hemen duramıyorum. hızımı ayarlayıp durmaya çabalarken o çıkıyor karşıma. elinde bir iğne. korkmadan balonun ve benim gelmemi bekliyor. balona iğneyi batırıyor ki.... 


hayır. 


biz puummm beklerken balon inatçı çıkıyor. O'nu da alıveriyor içine....


devamı mı? 


O söylesin.

15 Şubat 2012 Çarşamba

matruşka olmalı bazen.

Elindeki yanıp sönen fenerle girdi çarşafın altına. Çıt çıkarmaması gerekiyordu. Yasaktı o saatte okuması. Aslında okuması da yasaktı. Hele elindeki kitabı okuması affedilmez bi yasaktı... Bütün yasakları çiğnerdi Zeynep. Olmaz denilen şeylere karşı bi alerjisi vardı. Amacı oldurmak değildi çoğu zaman. Oldurmaya çalışmak ve olmaz diyenlerin tepkilerini izlemekti. 
Zeynep o gece yeni bir romana başladı. Sararmış yaprakları olan kenarları kıvrık, bazı yerlerinde notlar alınmış, bazı satırlarının altı çizilmiş... Belli ki önceden biri, belki de birileri tarafından yaşanmış bir kitaptı.
En sevdiği! 
Yeni bir romana başlamak değil. Yeni bir romana bilmediği gerçek insanlarla başlamak... Bazenleri onlarla yazdıkları üzerine konuşmak, soru sormak, nedenler uydurup en olmayacak olana inanıp şaşırmak...
Ama en çok sevdiği okuduğu romanlardan, öykülerden; izlediği filmlerden, dizilerden, tiyatrolardan bir karakteri çıkarıp kendisini koymaktı o hikayeye. her yeni hikayeye merakı vardı Zeynep'in. Kedi gibi burnunun ucunu sokup koklaması gerekirdi farklı gelen her şeyi. sonra içinden ilk geçeni seçerdi. Bazen ağlayan kadın olurdu, bazen deli kadın, bazenleri dilsiz çocuk, bazenleri şarkı söyleyen küçük kız, bazen de istasyondaki evsiz bilge yaşlı kadın... 

Bakalım bu romanda kim olmayı seçecekti Zeynep...

Belki de Matruşka olmayı seçer bu sefer. Kat kat hepsinden giymek ister, kim bilir.

Kimseye söylemezdi ki bu sırrını, kimse bilemezdi.

Ama uyku ağır bastırdı.. Zeynep bir elinde fener, üzerinde eski bir roman rüyasındaki karakteri oluşturmaya başlamıştı bile...




2 Şubat 2012 Perşembe

8 de 8...

yalanlar var.


sonra yalanları saklamak için söylenen başka yalanlar da...
arada bir söylenen renksiz doğrular da var.
yalanlar renkli ise doğruların renksiz olması gerekmez mi ama ?


rengi olan doğrular beş para etmiyor bu hayatta. 
benim nazarımda beş para etmiyor. 
hatta acındırıyor karşıdakini. 
hafifletiyor. 
görünmez kılıyor. 


çıkarların hepsi rengi olan doğrular... 
bir taraftan bakarken doğru gözükmesi, diğer taraftan rengini belli etmesine engel olmuyor. 
eninde veya sonunda iç yüzü belli oluyor her şeyin herkesin.


yalanlar bile rengi olan doğrulardan daha samimi geliyor. 
karşıdakini üzmeme çabasıdır kimi zaman yalan. 
affedilir. 
ama rengi olan doğrular, bile isteye, düşüne düşüne, kasıtlı kasıtlı yapılınca 8de 8 uzaklaştırıyor.




8 de 8 düşmemek, tükenmemek için "hak edene hak ettiğinden bir fazlasını vermeyeceksin". 




anlamadın mı hala dost?


neyse boşver.


düşünce görürüm ben seni. merak etme gülmem :)  nasıl olsa yapmadan bilemeyeceksin sen de benim gibi...